Carlos her konuşmasında ‘’tanrı böyle olmasını
istiyor ama böyle olmamalı’’ diyor, Encoles’i kızdırıyordu. Aslında Encoles,
Carlos’a değil kendine kızıyordu. Nasıl olabilir de Carlosa bir yanı haklısın
diyebiliyordu? Tanrı her yaptığında haklı değil miydi zaten. Her yaptığının bir
sebebi yok muydu? Her yaptığının bir sebebi olan tanrı, Alamolulardan ne
istiyordu? Ne istiyordu bir avuç insandan…
Meksikalılar
akşamları saldırıyı durduruyordu, biz de masa başına toplanıp saatlerce
konuşuyorduk. Açlıktan erimemize rağmen ekmeklere kimse dokunmuyordu bile.
Çünkü açlıktan daha mühim bir şey vardı masada. Nereye götürüldüğümüzü
bilmediğimiz sonsuz bir yol gibi. Ölüm gibi.
Tüm kale
açlıktan yıkılıyordu. Dayanacak bir dakikamız bile kalmamıştı, avuç içi kadar
olan Alamo insanını Meksikalılar yok etmeyi başarıyordu. Biz de yavaş yavaş
ümidimizi kaybediyorduk.
Bu durumdan
en mutlu olan Elegro’du. Sonunda
‘’neden?’’ diyebilecekti tanrıya. Neden onu yarattığı halde kabul etmediğini
sorabilecekti. Hayır bu Elegroyu bencil yapmıyordu. Bencil yapsa bile,
Elegro’yu Elegro yapan da tanrı değil miydi zaten?
Sadece ben
değil, eşim silvia da Elegro’nun bu durumdan dolayıne kadar sabırsız olduğunun farkındaydı.
Tanıyordu onu. Benden, kardeşi Carlos’tan
çok daha iyi tanıyordu. Sorularıyla, kendince sorun olmayan sorunlarıyla
doğmuştu Elegro. Elinde büyüyen bu çocuğa hak veriyordu silvia. Sormalıydı
tanrıya, bir sebebi olmalıydı çünkü. Bu sebebi bilmek onun hakkıydı.
Konuşulanları
dışarıdan izleyen Silvia’ysa hiç yorum
yapmıyordu. İçsel bir direniş veriyordu yine kendisiyle. Hep böyleydi,
onu anlamaya çalışırken yaşlanmıştık ikimiz de. Sahi önceleri neşeli, genç bir
İspanyol kızı olan eşim yaptığı ilk ölü doğumdan sonra böyle olmuştu. Kale kadınları
üstüne varmamı tembihlemişlerdi, ben de tembihlendiği gibi yaptım. Onun suçu
değildi çocuğumuzun olmaması. Tanrı bize bir çocuk göndermek istemiyordu. Bunun
da bir sebebi vardı elbet.
Ama silvia, elegro gibi düşünmüyordu. Tanrıya
nedenini sormak istemiyordu aksine korkuyordu. Hatta hiç istemiyordu bunu. Buna
anlam vermek çok güçtü. Hepimiz bir yandan kurtulmak istiyorken öte yandan bir
an önce tanrıya kavuşmak, kavuşup nedenini sormak istiyorduk. Oysa eşim kesinlikle
bir lanetli gibi çürümek istiyor, tanrıya kavuşmak istemiyordu.
Alberto gibi
kaçmak, kaçıp bir onursuz gibi yaşamak da istemiyorduk. Kaçıp yaşamak yerine onurumuzla ölmeyi yeğliyorduk.
Sonumuzun geldiğini Carlos da biliyordu.
Hatta hepimizden çok daha iyi biliyordu. sürekli bir çıkar yol bulabileceğimizden
bahsediyordu. Bu onun genç olmasıyla alakalı değildi. Carlos’tu o. Carlos olmak
da bu değil miydi zaten? Pes etmemek… Her n’olursa olsun pes etmemek.
Şimdi
düşünüyorum da neden? Neden herkes
ölürken tanrı bizi yaşattı? Bize bir evlat bağışlamıyordu ama herkesi yanına
alırken bir kadın çocuğu ve iki hizmetçi olan bizi neden kabul etmemişti
yanına? Sorularımızla bizi baş başa bırakıp gitmişti yine. Tıpkı eşimin ilk ölü
doğumundan sonra onda bıraktığı gibi. Umarım Elegro bizim yerimize de
soruyordur tüm bunların sebebini.
Gürko.
bknz: Alamo Kalesi, Amerika
Birleşik Devletleri'nde, Teksas Devrimi sırasında kanlı çarpışmalar yapılan
kale. Teksas'ta San Antonio'da,
1718'deİspanyol din adamları tarafından kurulan San Alamo
misyonu, 1792'den sonra, bir kaleye dönüştürüldü.Teksas Devrimi sırasında
Meksikalı Antonio López de Santa Anna Teksas'ı istila ettiğinde, 200 kadar
Teksaslı kalenin iç avlusununun yıkık dökük duvarlarından içeri sığınıp, kaleyi
kuşatan ve sürekli top ateşi altında tutan 5.000 - 6.000 kişilik Meksika
ordusuna 12 gün direnmeyi başardılar. On üçüncü gün (6 Mart 1836)
Meksikalılar kaleye girdiler ve Mrs. Dickinson adında bir kadın, çocuğu ve iki
hizmetçi dışında bütün Teksaslılar öldürüldüler.(vikipedi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder